Modern çağ, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren “kadın özgürlüğü” kavramını güçlü bir şekilde sahiplenmiş ve bunu ilerici bir değer olarak sunmuştur. Ancak bu özgürlük söylemi, özellikle kapitalist üretim ilişkileriyle iç içe geçtiğinde, özgürlükten çok bir “yeni tip köleliğe” dönüştüğü yönünde ciddi eleştirileri de beraberinde getirmiştir. Bugün pek çok düşünür ve feminist bile bu durumu sorgulamaktadır: Kadın gerçekten özgürleşti mi, yoksa farklı bir boyunduruk altında mı?
Modernitenin iddiası şuydu: Kadın ev içi rollerle sınırlanmasın, ekonomik hayata katılsın, kendi ayakları üzerinde dursun, kariyer sahibi olsun. Bu fikir ilk bakışta kulağa olumlu gelse de, işin pratiği bambaşka bir tabloyu ortaya koydu. Kadınlar evden çıkıp iş gücüne dahil olduklarında çoğunlukla düşük ücretli, sosyal güvencesiz, esnek ama istikrarsız işlerde istihdam edilmeye başlandı. Kadının üretime katılımı, sistem açısından bir “özgürlük” değil, daha fazla “emek sömürüsü” anlamına geldi.
İslam açısından bakıldığında ise, kadının çalışması yasaklanmamış ancak fıtratına, mahremiyetine ve asli sorumluluklarına aykırı olmayacak şekilde sınırlandırılmıştır. Kuran’da kadın ve erkeğin yaratılışta eşit olduğu, ancak rollerinin farklı olduğu vurgulanır. Kadın çalışabilir; fakat bu, bir zorunluluk değil, bir tercih meselesidir. İslam, kadını ekonomik baskı altında çalışmak zorunda bırakmaz; onun nafakasını baba, koca veya akrabalarla toplumsal yapı içinde garanti altına alır. Bugün modern sistemin kadını üretim çarkına dahil etme çabası, aslında onun bu güvenceden yoksun bırakılıp çaresizleştirilmesinin bir sonucudur.
Erkek egemen modern toplum, kadının iş hayatına katılmasını teşvik ederken, ev içi sorumluluklarını ise onun omuzlarında bırakmaya devam etti. Kadın sabah işe gidip akşam döndükten sonra bir de ev işleri, çocuk bakımı ve yaşlı bakımı gibi “görünmeyen emek”le baş başa kaldı. Bu da onu “çifte mesai” yapan bir çalışan haline getirdi. Kapitalist sistem, bu görünmeyen emeği ücretsiz olarak kullanarak kadının emeğini hem özel alanda hem kamusal alanda sömürmeyi başardı.
İslam, kadının evdeki emeğini küçümsemez; aksine onu kutsal bir sorumluluk olarak görür. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) eşlerinin ev içi sorumluluklarını takdir etmiş, onları asla küçümsememiştir. Kadının annelik, ev idaresi ve aile bağlarını koruma görevleri İslam’da değersizleştirilmez; tersine, en üstün ibadetlerden biri olarak görülür. Modernitenin bu emeği görünmez kılması, sadece kadınları değil aile kurumunu da temelden sarsmıştır.
Modernite yalnızca kadını üretim alanına dahil etmekle kalmadı, aynı zamanda onu yeni bir tüketim nesnesine de dönüştürdü. Reklamlar, sosyal medya ve moda sektörü üzerinden “özgür kadın” imajı çizilirken, bu imajın ardında belirli bir yaşam tarzı, görünüm ve davranış kalıbı dayatıldı. “Özgür kadın” olmak için güzel, bakımlı, ince, genç ve sürekli tüketen biri olmak gerektiği fikri, kadın üzerinde başka bir baskı mekanizması üretti.
Oysa İslam, kadının değerini ne fiziksel görünümüne, ne ekonomik üretkenliğine ne de dış dünyada takındığı pozlara bağlar. Asıl değer, takvaya ve ahlaka dayanır: “Şüphesiz Allah katında en üstün olanınız, takvaca en ileride olanınızdır.” (Hucurat Suresi: 13. Ayet) Kadının değeri ölçülmez; korunur. Tüketim kültürü ise kadını hem bir “meta”ya indirger hem de onu sürekli yetersizlik hissiyle baş başa bırakır.
Kadının gerçek özgürlüğü, sadece ekonomik alanda varlık göstermekle değil, bu alandaki eşitsiz yapılarla mücadele etmekle mümkündür. Eşit işe eşit ücret, bakım emeğinin toplumsal olarak paylaşılması, kadınların karar alma mekanizmalarında aktif rol alması ve kendi yaşam tarzını özgürce belirleyebilmesi bu özgürlüğün temel taşlarıdır. İslami bakış açısıyla ise, gerçek özgürlük Allah’a kullukla mümkündür. Kadının ne aileye, ne eşe, ne de topluma körü körüne boyun eğmesi istenmez; sadece Allah’a kul olması istenir. Bu, en yüksek özgürlük biçimidir. Çünkü İslam’a göre kulluğun dışındaki her bağ, bir çeşit köleliktir.
Modernite kadına “özgürlük” vaat etti ama çoğu zaman bu, sadece üretim ilişkilerinin yeniden şekillendirilmesinden ibaret oldu. Kadın, sadece evin değil, işyerinin de yükünü omuzladı. Görünüşte özgürdü; ama gerçek anlamda karar verici olamadı. Bu sebeple, gerçek özgürlük ancak sistemin sorgulanması ve toplumsal cinsiyet rollerinin kökten dönüşümüyle mümkündür.
İslam, kadına hem onurunu hem değerini koruyabileceği bir hayat çerçevesi sunar. Bu çerçevede kadın ne ezilir, ne de yüceltilmiş bir vitrin objesine dönüştürülür. Onun özgürlüğü; kulluk, güven, merhamet ve adalet temelleri üzerine inşa edilir. Modernitenin dayattığı sahte özgürlükler yerine, kadını hem dünyada hem ahirette huzura kavuşturacak gerçek bir adalet İslam ile mümkündür…
