Ali 10 yaşında bir çocuktu.
Babası belediyede temizlik işçisiydi, annesi evde dikiş dikerdi.
Ali sabahları erken kalkar, okul öncesi simit satardı.
Okula ise yıpranmış çantasını sırtlayıp, çoğu zaman aç karnına giderdi.
Bir gün öğretmeni sınıfa geldi ve heyecanla duyurdu:
“Çocuklar! 23 Nisan’da bir öğrencimiz bir günlüğüne belediye başkanının koltuğuna oturacak!”
Sınıf alkışlarla coşarken, Ali sessiz kaldı.
O an aklından geçen tek şey, “Keşke o koltukta oturunca, bizim eve de bir battaniye gelse” idi.
O gün geldi çattı.
Kura çekildi.
Tesadüf bu ya, belediye başkanlığı koltuğuna oturacak çocuk: Ali olmuştu.
Ceketini ödünç aldığı bir büyüğünden giydi.
Ayakkabılar bir numara büyüktü, ama önemli değildi.
Ali gülümsedi. İlk defa gerçek bir koltuğa oturuyordu.
Belediye başkanı, yanında gazeteciler, kameralar:
“Hadi Ali Başkan, bir şeyler söyle,” dedi.
Ali yutkundu. Sonra usulca mikrofona eğildi:
> “Ben bu koltuğu istemiyorum. Ama mahallemize bir okul istiyorum.
Kütüphane istiyorum.
Her sabah aç uyanan çocuklar için bir tabak kahvaltı istiyorum.
Ve annemin artık üşümemesi için, evimize bir soba istiyorum.
Eğer bu koltuk bunları yapacaksa, o zaman otururum.
Ama yapmayacaksa, yerime ihtiyacı olana verin.”
Salonda sessizlik oldu.
Sonra yavaş yavaş alkışlar yükseldi.
Gazeteciler kameraya eğildi: “Küçük Başkan konuştu ama büyüklere ders verdi.”
Ali o gün koltukta fazla oturmadı.
Ama o gün bir şey değişti:
Belediye, mahalleye sabah kahvaltısı başlattı.
Okulun duvarları boyandı, çocuklara kitaplar dağıtıldı.
Ve Ali'nin evine küçük bir soba gönderildi.
Bir çocuk, gerçek bir başkan olmuştu.
Çünkü onun koltuğu değil, yüreği büyüktü.