Gönül isterdi ki sözlerime bir hasretle başlamayım. Bayram dediğimiz zaman benim kuşak neden gözleriniz buğulanıyor sizce?! Ben söyleyeyim. Bayramda aileler memleketlerine büyüklerinin ellerini öpmeye, kapısını açıp biz geldik diyerek arife günü kabir ziyaretleri, Bayram sabahı çocukların o şen sesleriyle harçlığımız nerede anne, babaanne, dede? diye koşarak odaya gelmeleri, bayramlıklarını büyük bir sevinçle sabah erken giyip belki de geceden yorganın arasında saklayıp ya da başucunda izleyerek uyuması yüzümüzü gülümsetiyordu.
Hiç unutmam bir sabah annem önce kardeşime parlak bir pantolon, altına lastik ayakkabı, üzerine örgü bir kazak, bana da örgü bir elbise ve naylon topuklu bir ayakkabı giydirmişti. Kuzenler Ankara'dan gelirdi. Biz ilçede yaşardık ve onların deri ayakkabılarına imrenirdik. Topuklu naylon ayakkabı ve ben çok mutluydum ama kuzenin o deri ayakkabısı mağazadan alınmış elbisesi onların mutlu olmasını sağlayamamıştı.
Bayramdan en çok hatırladığım harçlık sırasındaki heyecanımızdı. Büyükten küçüğe doğru sıralanır teker teker el öper kim çok para kazandı diye kendi aramızda iddiaya girerdik. Komşu ziyaretlerinde harçlıktan çok şeker toplamak hoşumuza giderdi. Kimin poşetinde daha çok şeker var diye yere serer teker teker sayardık.
Sıla-i rahim bizim kültürümüzün ve değerlerimizin yegâne bir parçasıdır. Kaybolmaya yüz tutmuş bir o kadar da gençler tarafından rağbet göremeyen bir davranış haline geldi. Hangi gençlik köydeki sımsıcak dostlukların ve sevginin yaşandığı komşuluk ilişkilerinin tavan yaptığı duyguları biliyor ki? Sebebi mi? İnternete bağlılığın, bağımlılık haline gelmesi!
Gençlik biliyor ki tatile gittikleri zaman orada internet olacak ve gönüllerince free takılacaklar. Köye gittiklerinde internet olmayacak telefonlarındaki internet onlara yetmeyecek sadece bir internetin, köye gitmeme sebebi olması çok üzücü... Sokaklarda ip atlayan çocuklar, bomdik oynayan, saklambaç oynayan çocuklar görmek tamamen hayal oldu.
En garibi de sokaklarda çocuk sesi yok. Camide büyüklerimiz bayram namazında, teravih namazında bilhassa çocuk sesini, gürültüsünü duydukları zaman bizi kapıya koyarlardı. Şımarmayın oğlum bir namazı kıldırmadınız burnumuzdan getirdiniz diye.. Şimdi camiler o kadar sessiz ki rahat rahat annelerimiz, babalarımız, dedelerimiz, nenelerimiz namazlarını kılabiliyorlar ama camiden kovacak çocuk yok. Bazen doğru bildiğimiz yanlışlar nedeniyle gençliğin gidişatını değiştiriyoruz. Oysaki onları kazanmak en zor olanı gibi görünse de en kolay olanıydı.
Benim şu an bayrama dair anlatacak o kadar çok hikâyem var ki hepsi birbirinden yoksunluk kokuyor, sevgi kokuyor, çaresizlik kokuyor ama yüzümde gülümseme yüreğimi sevinçle dolduruyor. Şimdi gençlerin her şeyi var. Yokluk içinde olsalar bile mutlaka varlığa ulaşabiliyorlar. Ben yemedim evladım yesin, ben görmedim evladım görsün, ben yaşamadım evladım yaşasın diyen aile bireyleri olmaya başladık. Evlatlarımızın her şeyi var ama hep kendimizden onlara verdiğimiz için biz yok oldukça onlar var oluyorlar. Biz çırpındıkça onlar yükseliyorlar. Dönüp baktığımızda eksilttiğimiz her parça evladımızın yaması oluyor. Peki, bu yama üzerlerinde nasıl duruyor?
Sobanın içerisinden çıkan dumanın kokusunu geçtim de o çıtır çıtır sesiyle uyumanın huzurunu ben bu çocuklara nasıl anlatayım? Bir peteğin verdiği ısının bir ateşin kokusunun sesinin sıcaklığının yerini tutamayacağını nasıl anlatayım?
Sobanın üzerinde pişirilen yufka ekmeğin üzerine sürülen yağın peynirle dürülüp sıcak bir çayla verdiği tadı cafelerdeki yabancı marka yiyeceklerden daha doğal daha sağlıklı daha tatlı olduğunu nasıl anlatayım?
Sırf ismi için tercih edilen yabancı kahveleri yeni sağılmış sütün soba ateşinde pişirilerek mis gibi kokusuyla yudumlanmasına tercih edilemeyeceğini nasıl anlatayım?
İnsanlar akın akın memleketlerine gittiler. Her biri büyüklerinin evinde toplandılar. Hoş sohbetler, kuzen kaynaşmaları, çay eşliğinde gönül sohbetleri, ev ev bayramlaşma merasimleri, bu ritüelleri bu kadar özleyeceğim hiç aklıma gelmemişti. Bugün bayramın ikinci günü ve ben ilk ev ziyaretimi annem kadar kıymetli bir büyüğümün evinde geçirdim. Kuzenler, amcalar, dayılar, halalar o kadar kalabalıktı ki hepsi kocaman bir aile olmuşlardı. İlk kez bayramda bayramlaşmanın önemini ve yalnızlığı yüreğimde hissettim. Oysa ne kadar kıymetliymiş bayramda sülale ile bayramlaşmak, akrabalarla bayramlaşmak, kocaman bir aile olmak.
Büyük ailelerin önemi bayramda daha çok anlaşılıyor. Oysa şimdi kimse iki çocuktan başka çocuk düşünmüyor. Neden? Geçim sıkıntısı, çalışıyorken çocuğa bakmanın zorlukları, yaşlandığı zaman böyle kalabalık bir çınar gibi dimdik ayakta durup aileyi toplamak oradaki sevgiyi muhabbeti yaşamak kimsenin aklına gelmiyor. Sonra dönüp kendime baktım ben yaşlandığım zaman başıma toplayabileceğim, bayramda birlikte olabileceğim kimsem yoktu.
Neden bayramların bu kadar önemli, çocukların ve büyük ailenin varlığı kıymetli bugün anlamış oldum. Öyle imrendim ki büyük ailelere, sevgisini diri tutanlara, birliğini bozmayanlara, aralarına mal davası sokmayıp dünyalık işlerle muhatap olmayanlara.... Ama maalesef kardeşler arasına bile nifak sokula biliniyor.
Selam olsun bayramda sıla-i rahimi önemseyip aile bağlarını güçlendirip dünyalık işler peşinde koşmayıp kan bağını önemseyenlere, selam olsun bayrama bayram gibi yaşayanlara, selam olsun hakkınca doyasıya zekatını fitresini verip orucunu sağlıklı tutanlara, selam olsun Ramazan bayramını şeker Bayramı ile karıştırmayanlara....
Bayramlarımız Bayram ola…