Türkiye’de yaşayan değerli kardeşlerim!
Üç yıl önce “Önce Vatan” adlı bu projem Türkiye basınında Azerbaycan ŞEHİTLERİNİN, Azerbaycan basınında ise Türkiye’li ŞEHİTLERİN tanıtılması ile başlatıldı.
Bu projenin ana amacı sizlerle iki kardeş devletin ŞEHİT evlatlarının yarım kalan hayat hikayeleri ile tanıştırmak, onları sizlere daha yakından tanıtmaktır.
ŞEHİT – toprağa düşse de hatırası gönüllerde yaşamaya devam edendir.
ŞEHİT – bir milletin gururunu taşıyan yiğittir.
ŞEHİT – ardında silinmez bir iz, unutulmaz bir miras bırakandır.
Bütün bu saydıklarıma sahip olan, “Önce VATAN”ın Azerbaycan’da ikinci kahramanı, dağlarda PKK teröristlerinin ölüm meleğine dönüşen ŞEHİT Jandarma Kıdemli Yüzbaşı Mahmut Top’tur.
Her ŞEHİTİN yarım kalan çok ilginç bir hayat hikayesi vardır. Her hikâye, onları daha yakından tanımamıza vesile olur.
Çok yazık ki, bazı basın kuruluşları, ŞEHİTLER hakkında yazılan makaleleri ve röportajları yayımlamak için belirli bir yazı hacmi talep etmektedir. O hacmin üzerinde olan yazılar ya yayımlanmıyor, yada yazının kısaltılması isteniyor.
ŞEHİT konusu öyle bir konudur ki, onun bir hacmi yoktur; tıpkı şehadetlerinin hacmi olmadığı gibi.
Ben ŞEHİT hakkında kısa yazı yazamam.
TÜRK – varlığıyla dünyaya Güneş gibi ışık saçan, milletinden, dininden, ırkından bağımsız olarak zora düşenin elinden tutan; bu dünyada savaşa, katliama, adaletsizliğe her zaman karşı çıkan, zalime düşman; garibana dost olan insandır.
Bugün hakkında konuşacağım kahramanımız, Van’ın Çatak ilçesinin kırsalında 3 teröristin etkisiz hâle getirildiği Yıldırım-10 Norduz operasyonunda ŞEHİT olan Jandarma Kıdemli Yüzbaşı Mahmut Top, TÜRK’ün bu özelliklerini özünde taşıdı ve sonunda devleti, vatanı, milleti ve halkı uğruna canını feda etti.
Onun gibi askeri lise öğrencisi olan arkadaşı ve yakın dostu Üsteğmen Aytaç Kaya Hatay’da ŞEHİT olduğunda, Mahmut Top onun intikamını almak için bu bölgeye tayinini istiyor.
Teröristler etkisiz hâle getirildiğinde, Mahmut Top, Kaya’nın fotoğrafını cüzdanından çıkararak, “Rahat uyu dostum, intikamını aslanlarınla alıyoruz” der ve ruhuna Fatiha okur.
Yüzbaşı Mahmut Top, Hakkari’den Muğla’ya tayin edilirken ŞEHİTLERİN intikamını almak için gönüllü olarak Hatay’da kahramanlık destanına imza atar.
Türkiye Jandarma Özel Harekat’ta (JÖH) bölük komutanı olarak görev yapan, 11 yıl boyunca dağlarda ön cephede teröristlerle mücadele eden, çok sayıda teröristi etkisiz hâle getiren ve iki uzman çavuşla birlikte teröristlerle çatışmada ŞEHİT düşen Yüzbaşı Mahmut Top’un kahramanlığı, dilden dile dolaşan bir destana dönüşmüştür.
Türkiye’nin eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Mahmut Top hakkında söylediklerine bir göz atalım:
“Bir sonraki operasyonda üç teröristten biri çatışma sırasında ölmez. Kahraman Yüzbaşı Mahmut Top, her zaman olduğu gibi yanında olan silah arkadaşlarından hiç kimseyi mağaraya sokmaz. “Mağaraya ben tek gireceğim” der.
Kahramanlığını herkesin konuştuğu Mahmut Top, mağaralara ne jandarma subayı nede uzman çavuş ile girer “Ben gideceğim” diyerek kahraman Vatan evladı öne çıkar.
Sezer Uçar ve Yusuf Uyar-baş çavuşlarımız, komutanlarını yalnız bırakmazlar. Mağarada iki düşmanın etkisiz hâle getirildiğini görürler. Başlarını kayanın arkasından çıkardıkları sırada, sağ kalan bir terörist üçünü de ŞEHİT eder.
Sonrasında bir karışıklık yaşanır, terörist güçlükle mağaradan çıkmayı başarır. Sonradan askerlerimiz, köpeklerle birlikte düşmanın izini sürerler. Bir göle girip kaçmak isterken, kahramanlarımız onu ele geçirirler.
Sadece 200-300 metre uzaklıktaki düşman sığınakları bombalanır. Yakalanan Servet Turgut, “Sizin adamlara saldıran ben değilim, Osman Şivan’dır” der. Bizimkiler Osman Şivan’ı da yakalarlar.
Üç vatan evladı, bir helikopterle son yolculuklarına uğurlanırken; Servet Turgut ve Osman Şivan adlı iki terörist, başka bir helikopterle bulundukları yerden alınıp devlete teslim edilmek üzere götürülür.
“Amanoslar’ı (dinsizlerin dağı) PKK’lılara cehennemlik eden Mahmut Top, 2016 yılında ‘Mazlum Polat’ kod adlı İskender Doğrueri’i Belen kırsalında etkisiz hâle getirir.
Askeri okul arkadaşı ve dostu Üsteğmen Aytac Kaya’nın katilleri olan PKK teröristleri; “Mahsum Sozdar” kod adlı Sinan Ağgöz, “Siyabent Varto” kod adlı Kudbettin Gündüz, “Sabri Doğan” kod adlı Mehmet Arif Ateş, “Serferaz Cudi” kod adlı Firaz Halil, “Dılkeş Dersim” kod adlı Baran Gülümsar, “Delil Antep” kod adlı Murat Bilgiç, “Gabar Feraşin”kod adlı Nazım Işıklı’yı bir yıl içinde düzenlediği operasyonlar sırasında etkisiz hâle getirerek, dostunun ve bu katillerin ellerinde kanı bulunan tüm ŞEHİTLERİN intikamını alır.”/(Sırrıberk Arslan, “Çakalların Ömrü Kurtlar Ayağa Kalkana Kadar”, Sabah Gazetesi, 14 Eylül 2020)
Mahmut Yüzbaşı hakkında sosyal medyada, subay ve asker arkadaşlarının onunla ilgili yazdığı anıları okudukça, bu yiğidin gerçekten de bir kahraman, bir melek karakterli insan olduğuna bir kez daha emin oldum.
ŞEHİTİMİZİN ailesiyle, onun şehadetinin 4. yıldönümü münasebetiyle düzenlenen törende tanıştım. Bu tanışıklığımıza ŞEHİT asker Emre Kaan Arlı’nın babası Şaban Bey vesile oldu.
Hayat arkadaşı Kübra Hanım ile başka bir gün evlerinde görüştüm ve ŞEHİDİMİZİN hayat hikâyesiyle daha yakından tanışmaya karar verdim.
Görüştük. Şehidimizin evinde, odaların her duvarında onun ruhu, onun anıları insanı selamlıyordu.
Kayınvalidesi Gülşen Hanım, baldızı Büşra Hanım, ayrıca ŞEHİDİMİZİN vefalı eşi Kübra Hanım konuşurken, Yüzbaşıyla ilgili anılar gözlerimin önünde sinema şeridi gibi canlanıyor, yavaş yavaş onu daha yakından tanımaya başlıyordum.
ŞEHİTLERİMİZİ farklı kılan çok özellikleri vardır.
Aile üyeleri konuşurken, kendimi Mahmut Yüzbaşını sanki yıllardır daha yakından tanıyormuşum gibi hissediyordum.
Çocukları, 7 yaşındaki Hilal Başak ve 6 yaşındaki Gökhan Korkut, sık sık yanımıza geliyor; bazen dikkatle sohbetimize kulak veriyor, bazen de odada koşturup oynuyorlardı.
Babalarının ŞEHİT olduğunu biliyorlar ve onunla gurur duyuyorlar. Ancak henüz onun ne kadar büyük bir kahraman olduğunun farkına varabilecek yaşta değiller.
Sohbetimize kahramanımızın kayınvalidesi Gülşen Hanım ile başladık:
“Mahmut benim damadım değil, oğlumdu. O kadar dikkatli, aileye düşkün bir insandı ki, bizimle olduğu zamanlarda bir kez bile aramızda ne bir anlaşmazlık ne de bir kırgınlık oldu. Samimiyeti, insanlara sevgisi ve merhametiyle herkesin sevgisini kazandı. Kızımın böyle bir insanla hayatını birleştirmesi, beni, eşimi ve küçük kızımı çok mutlu etti. Biz çok mutlu bir aileyiz. Mahmut gibi bir evladımız var. Evet var, inanın bazen öyle geliyor ki, hâlâ dağlarda, görev başındadır.”
Türk kadını, bugün şehit annesi ve şehit eşi olarak halkının ve vatanının şehidinin adını onurla yaşatıyor. Onlardan geriye kalan çocukları gözbebeği gibi koruyor, yetiştiriyor. Atalarının adını ve emanetini, layıkıyla geleceğe taşıyor.
Kübra Top da o kadınlardan biridir. Bu makale üzerinde çalışırken ŞEHİTİMİZİN fotoğraflarına bakıyordum. Dikkatimi, Mahmut’un mezarının yanındaki bir mezar çekti.
Mezar taşının üzerinde şöyle yazıyordu: “ŞEHİT Mahmut Top. Eşi Kübra Top için ayrılmıştır.”
Bu sözler içimi parçaladı. Onların sevgi hikâyesini Kübra Hanım’dan dinledikçe, bu mezar yerinin neden ŞEHİDİMİZİN mezarının yanında ayrıldığını anladım. Kübra ile Mahmud’un aşk hikâyesi, kızın yakın bir arkadaşı aracılığıyla başlıyor. Onun nişanlısı ile Mahmud dostlarmış. Kalbi sevgi dolu olan Mahmud ile Kübra üç yıl sonra evlenmişler:
“O zaman ben Sakarya’daydım, Mahmud ise Hatay’daydı. Onunla tanıştıktan sonra çok ayrılık hasreti çektik. İster mesafeler, isterse de görev açısından. Hayat karşımıza bizden bağımsız çok imtihanlar çıkardı. Hepsine birlikte göğüs gerdik. Her zaman bana ‘bizim hayatımız zor – senin hayatın zor, benim hayatım zor’ derdi. ‘Bundan sonraki derdimiz ne olacak?’ diyerek şaka yapardı.
O tam bir dert ortağıydı. Evlenmeden önce çoğu kez sadece telefonla konuşurduk. Aramızdaki şehirlerarası mesafe çok uzaktı. Onun telefondan gelen sesi bile insana dertleri unuttururdu. İzin verildiğinde gelir, görüşürdük. Birbirimize olan düşkünlüğümüzü gören arkadaşlarımız bize “Leyla ile Mecnun, Kübra ile Mahmud” der, gülüşürlerdi. Bana “Hatunum” derdi.
Beş yıl evli kaldık ama sanki otuz yıllık evlilik yaşamışız gibi hissettik. Bunu hep aramızda söyler, bu mutluluğumuza zeval gelmemesini Allah’tan dilerdik. Evlenmeden önce defalarca benden “asker eşi olmanın ne kadar zor olduğunu biliyor musun? Hele benim gibi zor bir mesleğin sahibinin eşi olmak… Benimle evlenmek fikrinden emin misin?” diye sorardı. Düğünümüzde müzik olmadı. Bunu kendisi istedi. “Şehit arkadaşlarımın acısı içimdeyken, her yerde ateş varken ben düğünümü müzikle yapamam” dedi. Onun fikrine saygı duydum, ısrar etmedim. Hepimiz evde olduğumuzda asla tek başına sofraya oturmazdı. “Siz olmadan ben sofraya oturamam” derdi. Her şeyi beraber yapmayı severdi. Gezmeye gidilecekse birlikte gitmeliydik, hatta evde temizlik işlerini bile birlikte yapmayı severdi.”
Kübra Hanım anlatıyor, anlattıkça hüzünlü gözlerinden adeta ateş saçılıyordu. İşte bu, deli sevda idi; işte bu, yarım kalmış bir aşk hikâyesinin ışığıydı:
“Mahmud çok merhametli, çok hayırsever, sade, samimi bir insandı. Zorda olana yardım etmeyi, onu bu sıkıntıdan kurtarmayı çok severdi. Kimsenin ihtiyaç içinde, zor şartlar altında yaşamasını istemezdi. İnanın, imkânı olsaydı, ihtiyacı olan kimseyi zorda bırakmazdı. İlk bakışta çok ciddi, heybetli görünürdü. Ama öylesine yumuşak, öylesine geniş bir yüreği vardı ki. Bu insan kıskançlık, haset, yalan nedir bilmezdi. Dinine, imanına çok bağlıydı. Şehadetinden sonra subay arkadaşlarından duydum; Hatay’da üç yoksul aileye her ay yardım edermiş. Hiçbir zaman yaptığı iyiliklerden bahsetmeyi sevmezdi. Bir gün marketteydik. Baktım ki, orta yaşlı bir kadın gıda reyonunun önünde durmuş, bir şey almak istiyor. Ama belli ki imkânı yok. Mahmud biraz onu gözlemledi. Sonra kadına yaklaşarak, “Ablam, almak istediğiniz ne varsa alın, çekinmeyin. Parasını ben ödeyeceğim” dedi. Kadının gözlerindeki o sevinç ışığını hiç unutamam. Bize ne kadar dua etti, Allahım. O an Mahmud gözümde daha da yüceldi.”
Gülşen Hanım yeniden sohbetimize katıldı: “İnanın, Mahmud hakkında saatlerce konuşsak yine de vakit yetmez. Sanki bizden çok erken ayrılacağını biliyormuş gibi, arkasında bizi yaşatacak hatıralar, rüyalar bıraktı. Bir sıkıntı ya da problem olunca beni üzgün gördüğü an hemen, “Anne, neyin derdini çekiyorsunuz, hiç merak etmeyin, halledeceğiz tez zamanda” derdi. Onun bu dikkatine öyle alışmıştık ki… Yeni ŞEHİT olmuştu. Bir gün rüyamda gördüm ki, hazırlık yapıyorum, onun sevdiği yemekleri hazırlıyorum. Onu bekliyoruz, ama gelmiyor. Moralim bozuluyor. Kübra bana diyor ki, “Anne, üzülme, Mahmud geldi, bizimle görüşüp gidecek.” Gerçekten de çok geçmeden kapı çalıyor, Mahmud geliyor, bizimle kucaklaşıyor. Helalleşerek Suriye’ye gideceğini söylüyor.” Rüyada bile sevgisinden, ilgisinden uzak durmuyor.
Birazdan sessizce oturup, hüzünlü hüzünlü bizi izleyen Kübra’nın küçük kız kardeşi Büşra Hanım kısık bir sesle konuşmaya başlıyor: “Mahmud ağabey hakkında ilk zamanlar geçmiş zaman kullanamazdık. Başkaları
kullandığında içimiz ezilir, haksızlık yapılmış gibi hissederdik. Çünkü o, gitmiş gibi değildi. Hâlâ da öyle. Evin içinde dolaşırken bir ses, bir gölge; sofrada bir boşluk onun varlığını çağrıştırıyor. Şimdi ara sıra geçmiş zamanda konuşuyoruz. Ama bu, onu unuttuğumuzdan değil. İnsan, sevdiği birini yaşarken de bazen geçmişteki anılarla anar ya… İşte biz de öyle yapıyoruz. Onunla hâlâ yaşıyoruz aslında...”
Bir gün kız kardeşim rüyasında Mahmud eniştemle konuşuyormuş. “Hatun, anneme telefon ediyorum, hattı kapalı. Bir bakın, ne problem var?” diyor. O vakit gerçekten de annemin telefonunda problem vardı, sık sık kapanıyordu. Rüyadan uyandığımızda annemin telefonunun kapalı olduğunu gördük. Onun “bakın” sözüne uyarak gidip annemize yeni telefon aldık. Mahmud kardeşimin çok garip rüyaları olur, sanki hareketleri, sözleriyle insanı yönlendiriyor. Kimin rüyasına girse, biz dâhil gerçek hayattaymış gibi hissediyoruz. Çoğu zaman da bu rüyanın bitmesine üzülüyoruz. Keşke bu gerçeğe benzer rüya bitmese, keşke yiğidimiz bize yol gösterse, öğüt verse… Bu “keşke”ler olmasa.
“Eşim, bizim hiç tanımadığımız ya da sadece uzaktan bildiğimiz insanların bile rüyalarına, tıpkı gerçek hayattaki kadar canlı bir şekilde giriyor. Tanıdık bir mobilya ustası var. Babası bir gün eşimin fotoğrafını onun telefonunda görüyor. Kim olduğunu sorunca usta, “Baba, bu bizim ŞEHİT Yüzbaşımız Mahmud Top’tur” diyor. Babası çok duygulanıyor. Gece Mahmud onun rüyasına giriyor. O adam onu görünce etkileniyor, ağlıyor. Mahmud da ona, “Amca, bu kadar üzülüp kendini yıpratma. Benim Şırnak’a tayinim çıktı. Artık orada olacağım” diyerek teselli ediyor. Mahmud’un rüyalarını anlatsam, inanın onlardan bir roman yazarsınız.”
ŞEHİTİN eşinin bu heyecan dolu sözlerinden sonra gerçekten de Mahmud Yüzbaşının rüyaları çok dikkatimi çekti.
Gülşen Hanım onunla ilgili bir başka ilginç hatıra anlattı. Dedi ki, bir gün Mahmud Kübra’ya, “Büşra bir gün evlense, onun eşini benden fazla mı seversiniz? Kendi doktor, eşi de doktor olur. Kıskanırım ha, söylemiş olayım” diye şaka yapar. Her yerde derdi ki, Kübra’nın ailesi çok farklı. Onları annem, babam, kız kardeşim bilirim. Bana çok değer veriyorlar, şımartıyorlar. Onu böyle çok sevmemiz hoşuna giderdi. Benim onlara hizmet etmeme hiç gönlü razı olmazdı. Ben çay getirmek istediğimde, “Hatun, sen anneme zahmet verme, çayı sen getir” derdi. Aslında kendisi de alabilirdi, ama eşinin elinden çay içmeyi severdi.
Büşra Hanım yeniden sohbete katılıyor: “Mahmud ağabeyim, düğün günü ablamı düğün salonuna getirdiğinde, inanın ben şok oldum. Gelin arabasında ŞEHİT türküsü ‘Dağlıca’ çalıyordu. Arabasını yeni almıştı. Gelin arabası kendi arabasıydı. Ben ona, ‘Mahmud ağabey, neden gelin arabasında bu şarkıyı açtınız?’ diye sorduğumda, “Kızım, hafıza kartımda sadece bu var” diye hüzünle cevap verdi. Sorumdan dolayı utandım. Düğünlerinde de müzik, eğlence olmasına izin vermedi. “Bu kadar ŞEHİDİMİZ varken, ben düğünümde halay çekemem” diye düşünmüştü, yiğit ağabeyim. Evet, ağabeyim. Mahmud bana gerçek bir ağabeydi. Kendi gitti, şimdi de rüyalarında beni, ailemizi koruyor.
Benim bir arkadaşım var. Mahmud ağabeyim ŞEHİT olduğundan beri bizi hiç unutmadı. Sık sık çocuklara hediyeler getirir, onları mutlu etmeye çalışır. Bir gün o kızın rüyasına giriyor. Arkadaşımla otobüsle bir yere gidiyorduk. Eniştemiz de o otobüsteymiş. Arka koltuktan elini omzumuza koyarak diyor ki, “kızlar, ben her zaman sizin arkanızdayım.”
Onlar anlatıyor, benimse bakışlarım odada dolaşıyordu. Sanki Mahmut Yüzbaşım da bizimle beraber bu sohbeti dinliyor, dinledikçe de ne kadar sevildiğine bir kez daha emin oluyordu.
Üniformasını her zaman kendi ütülerdi, diğer kıyafetlerini ise eşi. Üniformasını ütülemeyi çok severdi. Aynı zamanda askerî uniformaya çok değer verirdi. İşte olmadığı zamanlarda bir yere giderken sivil giyinirdi. Dermiş ki, “Bu uniforma benim onurumdur. Bir gün sokakta, yolda ters bir davranış yapan birine rastlarsam, üzerimde bu forma varken müdahale edemem. Müdahale etsem, formama saygısızlık etmiş olurum.”
Kıdemli Yüzbaşı Mahmud Top, subay arkadaşları ve askerleri için bir yiğitlik okuluydu. “Bazen onun insan olduğundan şüphe ederdik, Mahmud komutan bir melekti, melek. Onun gibi insan, onun gibi subay bir daha ne zaman dünyaya gelir, kim bilir?”
Onun komutanları da, her defasında ondan söz açıldığında, ayrıca onunla ilgili düzenlenen törenlerde “Kıdemli Yüzbaşı Mahmud Top gibi bir subay 30-40 yılda bir dünyaya gelir” diyorlar. Onun hakkında söylenen bu sözler gibi daha nice güzel hatıralar yazıyor insanlar sosyal medyada. Onu tanıyanlar ve kahramanlığını duyanlar, yiğit yüzbaşı hakkında gönülden gelen güzel sözler yazmaktan bıkmıyorlar.
Yüzbaşının ev müzesindeki eşyalarına dokundukça yüreğim yaprak gibi titriyordu. Sanki elimi değdirdiğim her şeyden onun bakışları bana çevriliyordu. Bir gün Cumhuriyet Bayramı’nda Hilal ile Gökan Türkiye bayrağını yansıtan kırmızı-beyaz, ay-yıldızlı kıyafetler giymişlerdi. Babalarının odasında giymek istemişler. O sırada Gökan aniden, “Anne, biz kırmızı-beyaz giyindik, peki babamın kıyafeti neden siyah-beyaz?” diye soruyor. Kübra Hanım diyor ki: “Oğlumun bu sorusu beni şaşırttı. Oğlum, sen nereden biliyorsun babanın ne giydiğini?” titrek bir sesle sordum. Gökan elini odanın tavanına uzatıp, “Bak, babam burada” dedi.
Babalarının ruhu, Hilal ve Gökan ile muhtemelen rüyalarında ya da gerçekte sık sık buluşuyor. Ama çocuklar bunu kimseye söylemiyorlar. Babalarıyla aralarında bir sır olarak saklıyorlar.
ŞEHİT’in eşi şöyle anlatıyor: “Son zamanlar hep dalgındı. Sık sık dağlarda olduğu için yüzünü doyasıya göremiyorduk. Bir defasında çay uzatırken elim havada kaldı. Baktım ki sanki beni görmüyor. “Mahmud, çayı alıyor musun? Sana ne oldu? Niye hüzünlüsün?” diye sordum. “Hatun, öteki taraf var, cennet var, cehennem var, onları düşünüyorum” diye cevap verdi. “Mahmud, onu biz de biliyoruz, sen de fazla derine indin ha” diyerek konuyu dağıtmak istedim. Olmadı. Yemek yerken bakardım ki, ŞEHİT arkadaşlarına hitaben konuşuyor: “Ah Ozan’ım, sen nasıl gittin oraya?” Bakışlarımla soru soracağımı anlayıp konuyu değiştirdi. Bir defasında da ŞEHİT arkadaşı Gökan’ın ailesini ziyaret etmek istediğini söyledi. Nereye tayin edilirse edilsin, sırt çantasında ŞEHİT silah arkadaşlarının fotoğrafları olurdu. Ben ilk kez onun çalışma odasına girdiğimde o fotoğrafları masasının üzerinde gördüm.”
Gelelim ŞEHİTİN eşinin, mezarını sevgili yarinin yanına ayırtmasına: “Çocuklar büyüyorlar. Hayattır, istemem ki bir gün bu dünyadan göçtüğümde, “beni nerede defnederlerse ruhum şad olur” diye düşünsünler.
Benim sevincim de, mutluluğum da Mahmud’un sevgisine bağlıdır. Son nefesimden sonra da ona yakın olmak istiyorum. Allah bana, onunla cennette kavuşmayı nasip etsin.”
Değerli okuyucum! Uzak Afrika topraklarında adına hayır kuyuları açılan, Hatay’ın Sapanca beldesinde adına kütüphane kurulan; okullara, parklara, sokaklara ismi verilen bir kahramandan söz ettim size. Roö, filmlere konu olacak bu eşsiz insanın hayat hikâyesinden sadece küçük bir bölümü sizlerle paylaştım.
Kısmet olursa, şehitlerimizle ilgili gelecekteki projelerde onunla ilgili daha ayrıntılı bilgilere de yer vereceğim.
Özgeçmiş
Şehit Jandarma Kıdemli Yüzbaşı Mahmut TOP, 10 Nisan 1982 tarihinde Samsun İli Havza İlçesinde dünyaya gelmiştir. İlk, Orta ve Lise öğrenimini burada tamamlamış, 01 Haziran 2004 tarihinde Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi, İktisat bölümünden mezun olmuştur. Jandarma Kıdemli Yüzbaşı Mahmut TOP, 10 Eylül 2007—22 Ağustos 2008 tarihleri arasında Beytepe Jandarma Okullar Komutanlığı emrinde Subay Temel Kursunu bitirmesini müteakip, sırasıyla;
08 Eylül 2008-02 Ocak 2009 tarihleri arasında Foça Jandarma Komando Okullar Komutanlığı emrinde,
19 Ocak 2009-02 Temmuz 2009 tarihleri arasında Gaziantep İl Jandarma Komutanlığı emrinde,
18 Temmuz 2009-30 Haziran 2011 tarihleri arasında Siirt Jandarma Komando Özel Harekat Tabur Komutanlığı emrinde,
16 Temmuz 2011-25 Temmuz 2012 tarihleri arasında Yüksekova Jandarma Özel Harekat Tabur Komutanlığı emrinde,
13 Ağustos 2012-28 Temmuz 2016 tarihleri arasında Dörtyol Jandarma Özel Harekat Tabur Komutanlığı emrinde,
30 Temmuz 2016-28 Haziran 2018 tarihleri arasında Samsun İl Jandarma Komutanlığı emrinde görev yapmasını müteakip 2019 yılı Genel Atamalarında Van İl Jandarma Komutanlığı, Jandarma Komando Özel Harekât Tabur Komutanlığında görev yapmıştır.
Jandarma Kıdemli Yüzbaşı Mahmut TOP, Van-Çatak-Andiçen Surik Mezrası Bölgesinde icra edilen operasyon esnasında, 11 Eylül 2020 tarihinde bölücü terör örgütü mensupları ile girilen silahlı çatışmada ŞEHİT olmuştur.
Jandarma Kıdemli Yüzbaşı Mahmut TOP, evli ve iki çocuk babasıdır.
Mekale Azerbaycan basınında farklı sitelerde ve “Bütöv Azerbaycan” gazetesinde (04.04.2025-18.04.2025) yayınlanmıştır.