Bazı insanlar vardır… Sokağın köşesinden sessizce geçerler. Bir parkta bankta gözleri uzaklara dalarak öylece otururlar. Göz göze geldiğinizde size bir şey anlatmadan çok şey söylerler. Ellerinde bir ömürün izleri, yüzlerinde zamanın kırışıklıklarıyla dolaşırlar aramızda. Onlara “yaşlı” diyoruz. Oysa bu kelimenin arkasında gizlenen hayatlar, acılar, başarılar, ihmal edilmiş sevgiler ve sessiz fedakârlıklar var.
Bugün Türkiye yaşlanıyor. Sayılar artıyor ama sesler hâlâ duyulmuyor. Yaşlı bireyler çoğu zaman sadece istatistiklerde yer bulabiliyor. Oysa yaşlılık, bir yavaşlama değil; durup derinleşmeyi, düşünmeyi ve dinlemeyi öğreten bir dönem. Peki biz, onların bu sessizliğine kulak veriyor muyuz?
Avrupa’nın herhangi bir kentinin sokaklarında, bize göre daha çok yaşlı insan görüyorum, bunun nedeni üzerine çok düşündüm. Avrupa ülkelerinde yaşlı nüfusun bize göre oransal fazlalığından çok, sanırım bizdeki yaşlıların dışarıya çıkması ve daha görünür olmasında problemler var. Tekerlekli sandalye ile dolaşmak, kentli yaşlı birey olarak toplumda var olabilmek için uygun yaşamsal alanların olmadığını görüyoruz.
Bir toplumun etik kalitesi, yaşlılarına nasıl davrandığıyla ölçülür.
Bunu sadece bir hekim ya da akademisyen olarak değil, bu toplumun herhangi bir üyesi, bir insan olarak söylüyorum. Hastanelerde, bankalarda, otobüslerde, evlerin köşelerinde, kıyıda köşede kalmış yaşlılarımızın halini gözlemlemek, bize aynaya bakma fırsatı sunar. Çünkü bugün görmezden geldiklerimiz, yarının bizleriyiz.
Zaman zaman kliniklerde şu sorularla karşılaşırım: “Bu yaştan sonra ameliyat olur mu hocam?”, “Demans başlamış, karar veremez ki artık…”, “Yoğun bakımı genç hastalara ayıralım, yaşlılar için çok geç değil mi zaten?”
Oysa her insan yaşama hakkına eşit derecede sahiptir. Yaş, değerimizi azaltmaz. Bilakis, yaş almak insanın biriktirdiği insani sermayeyi artırır.
Bugün birçok yaşlı birey, sadece hastalıkla değil, aynı zamanda yalnızlıkla, unutulmuşlukla, değersizlik duygusuyla mücadele ediyor.
Oysa onlar, bu toplumun temel taşları. Onlar olmasaydı biz burada olmazdık. Sadece geçmişin emektarları değil, bugünün ve geleceğin de öğretenleridir onlar. Anlatacak hikâyeleri, aktaracak bilgeliği, paylaşacak sevgileri var.
Sosyal politikalarımızı, sağlık hizmetlerimizi, şehir planlamamızı, hatta sokaktaki davranış biçimimizi yaşlıları gözeterek yeniden düşünmeliyiz. Bir toplumda
park bankları, merdivensiz kaldırımlar, saygılı gençler, bekletmeyen gişe görevlileri, güler yüzlü sağlık çalışanları varsa… işte o toplumda yaşlı olmak korkutmaz, aksine onurlu bir dinlenmeye dönüşür.
Ve lütfen unutmayalım: Yaşlanmak bir kader değil, bir ayrıcalıktır.
Herkese nasip olmaz. Bu yüzden yaşlılara sadece yardım eli değil, aynı zamanda içten bir tebessüm, dinleyen bir kulak, eşlik eden bir adım da uzatmalıyız.
Gri saçlarıyla başlarını eğmeden yürüyen her yaşlı birey, bizden yalnızca saygı değil, fark edilmek ister. Onları hatırlayalım, arayalım, sarılalım…
Çünkü bir gün o gri saçlı insan, biz olacağız.
Bir toplumun kalbi, yaşlılarının yüzündeki çizgilerde atar.