Geçen haftaki yazımızda 1960 darbesini yapanlar darbenin ertesi günü, anayasa profesörlerinden Sıddık Sami Onar, Tarık Zafer Tunaya, Nail Kubalı, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, İsmet Giritli, Naci Şensoy ve Ragıp Sarıca’dan oluşan ekibi ilim heyeti olarak uçakla İstanbul’dan Ankara’ya getirmişti. Bu heyet darbecilere hukuk yönünden her türlü yardımı yapmış hukuki açıdan desteklemiş, neler yapmalarını telkin etmiştir. Zaten Anayasa yapımı da Sıddık Sami Onar başkanlığında gerçekleşmiştir.
Eğer darbe hukuksuzluğu, darbe sonrası yapılan anayasalarla ilgili bir vebal (günah) aranacaksa, en az darbeciler kadar, hatta onlardan daha çok "sivil hocaların" vebali vardır. Anayasanın sivil olması, sivil insanlarla yapılmasından daha fazla sivil ruh taşıması ile ilgilidir. Eğer ilim heyeti darbecilere “nasıl bir anayasa istiyorsunuz” diye sorarsa o anayasa sivil değil talimat anayasası olur.
Hukukçu cüppesiyle, hukuksuzluğa karşı evet diyenleri yargı kurumlarının tepe noktasında gördü bu millet. Mesela;12 Eylül darbesi ile Anayasal düzen ortadan kaldırılmasına rağmen, AYM üyeleri, istifa etmeyerek görevlerine devam etmişti.
AYM başkanlığı da yapan Yekta Güngör Özden, niçin istifa etmediklerini Türk Solu dergisinde şöyle açıklamıştı. "Ulusumuzun hak ve özgürlüklerini korumak, harekât yandaşlarının egemenliğine yargıyı teslim etmemek için görevde kalmayı uygun bulduk." (Merhum Erbakan Hoca bu tip açıklamalara hadi ordan! hadi ordan derdi.)
Habertürk yazarı Umur Talu'nun anlattığı bir olay var. 12 Eylül'de Yargıtay başkanı olan Derviş Turhan, 1981-82 Adalet Yılı açılış konuşmasında “Mecburiyetten değil” zevkten görevde kaldıklarını dile getiriyor: "12 Eylül harekâtından sonra hâkim ve savcılarımız görevlerini huzur ve güven içinde yürütmektedir. Bu kıvanç verici ortamı sağlayan Türk Silahlı Kuvvetlerine yargı adına en içten teşekkürlerimi sunmayı zevkli bir ödev sayıyorum."
Nitekim aynı yargı mensupları 28 Şubat Post modern olarak isimlendirilen darbede, cüppelerini giymiş askerin verdiği brifinglere koşmuştur. Halk dilinde eleştiri yaparken “kazık kadar adamsın! utanmıyor musun?” derler ya; ister istemez bu deyişler insanın aklına geliyor. Adamın belinde silah varsa senin elinde hukukun terazisi var. Hukukçu korkar mı? Hukukçu adaletten sapar mı? ne oldu? Gün geldi hesap döndü, korktuğun kişilerin hepsi ceza evlerinde soluğu aldılar. Sen de tarihe tetikçi hukukçu olarak geçtin!
Adeta Refah Partisini kapat dediler, emret paşam edasıyla parti kapatıldı Çevik Bir,
28 Şubat Darbesini İsrail için yaptıklarını Middle East Quarterly Dergisi'ne Yahudi kökenli Martin Sherman ile birlikte yazdığı makalede itiraf ediyor, böyle bir süreç yaşanıyor, bizdeki hukukçu geçinenler İsrail’in değirmenine su taşıyordu.
Geldik 15 Temmuz’a, aynı hukukçu cüppesini giyen yargıçlar bu sefer CB Erdoğan’ın ifadesiyle “Türk yargısı 15 Temmuz gecesi korku duvarlarını yıkıp atmıştır.”
Darbe girişiminin ilk saatlerinden itibaren yargı mensupları hızla harekete geçtiler ve darbeciler hakkında gözaltı kararları verdiler. “1960 ve 1980 darbelerinin aksine 15 Temmuz’da bütün yüksek yargı organlarının temsilcileri darbe girişimini kınamış ve darbenin gayrimeşru olduğunu belirtmişlerdir. Ölümüne mücadelenin yaşandığı o gece adliyelerin ışıkları, milletimiz için sabahlara kadar yanmıştır."
Cemal Gürsel, Resmî Gazetede tebliğ yayınlıyor, şu tehdit diline bakınız!
Devlet yöneticisi değil mahalle kabadayısı gibi. (Tebliğ no:13 madde: 2)
” Yeni Anayasa’nın hazırlanması vazifesi Sayın Rektör Sıddık Sami Onar’ın başkanlığındaki profesörlerden mürekkep (oluşan) yüksek bir ilim ve hukuk heyetine tevdi edilmiştir. Yeni Anayasa ilan ve tatbik mevkiine girinceye kadar bütün siyasi partilerin faaliyetini men ediyorum. Aksi hareketleri çok şiddetle cezalandıracağım. Vatandaşların verilen tebliğlere riayet etmelerini bilhassa rica ederim.”
Başbakan ve Bakan asan, Demokrat Partililerin ileri gelenlerini de hapse atan 1960 darbecileri 27 Mayıs’ı “Hürriyet ve Anayasa Bayramı” ilan ettiler. 1980 darbesine kadar bu halksız (milletin kutlamadığı) gün bu ülkede maalesef kutlanmıştır.
1982 Anayasası da 1961 benzeri tehdit şartlarında yapılmıştı. Prof. Dr. Eser Karakaş bu konuda Kimse bana bu Anayasa yüzde 92 ile referandumda kabul edildi demesin, ben o günleri yaşadım, bu referandumun nasıl bir ortamda yapıldığını biliyorum, TRT tekelinde, yazılı basında da hayır propagandasının yasaklı olduğu, Kenan Evren’in “Referandumda hayır çıkarsa biz de gitmeyiz, kalırız” dediği bir ortamda yapılan bir oylamanın meşruiyetini, hatta yasallığını bile iddia etmek çok zordur, imkansızdır.
Dikkat ederseniz Kenan Evren’de aynı tehdit dilini kullanmıştır.
O dönem halkoylaması öncesinde, Karadeniz 52 Gazetesi 1930 yılına ait eski bir Ordu fotoğrafı yayımlayarak “Ordu 53 yıl önce elektriğe kavuşmuştu” biçiminde yarım sayfa bir haber yapıyor. Bu fotoğraf siyah beyazdı, siyah basıldı beğenilmedi, kahverengi basıldı beğenilmedi, mavi basılınca Ordu fotoğrafı çok daha net ortaya çıkmış. Fakat bu “Mavi” renkli Ordu fotoğrafıyla Anayasaya ret çağrısı anlamına gelen üzeri kapalı bir mesaj verdiği iddia edilerek, gazete sahibi ve yöneticileri topluca sıkıyönetime götürülmüş, dağıtılan gazetelerde çalışanlarca geri toplanmıştı.
1961 referandumunda "Hayırda hayır vardır" şeklinde "Hayır" propagandası yapıldığı için, 1982’de pusulalarda "Evet" ve "Hayır" yerine "Kabul" ve "Ret" yazılmıştı. Zarflar çok şeffaf hazırlanmış mavi oy verenler belli oluyordu.
Evren konuşmalarında "Hayır" cephesini eleştirirken teröristlerin, dış güçlerle iş birliği yapanların, vatan hainlerinin', "Hayır" kampanyası yürüttüğünü öne sürüyordu.
Ben o referandumda mavi elbise giydim. Eşim mavi başörtülü bir şekilde sandığa gitmiştik. Evrene göre az hain değilmişiz.
Kenan Evren; 61 anayasasını kast ederek “O Anayasa Bize Bol Geldi; İçinde Oynamaya Başladık.'' Demişti. Çünkü 61 anayasasında siyasi partiler, sendikal haklar örgütlenme, toplantı ve gösteri gibi konular 82 anayasasında törpülenmiştir.
Gerek 1960 darbecileri, gerekse 1980 darbecileri darbe sürecinde yaptıkları eylemleri yasal güvenceye alarak “sorgulanamaz zırhıyla kaplamıştır” Milletvekili olarak TBMM’de bulunduğum dönemde 2010 yılında yapılan referandum ile bu zırh kaldırdık.
12 Eylül darbecilerinden sağ olan Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya yargılanmıştı.
Eski Yargıtay Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk, Şubat 2001 tarihinde (Ak Parti henüz kurulmamıştı) Türkiye'nin sivil bir anayasaya ihtiyacı olduğunu, ancak bunu mevcut Meclis'in yapacağına inanmadığını, ayrıca ‘‘Türkiye'de cumhursuz cumhuriyet, halksız demokrasi var’’ demişti. 1999-2000 Adli yılı açış konuşmasında da 1982 anayasası için “Bu anayasa hiçlikle (butlanla) sakattır. Türkiye meşruluk debisi neredeyse sıfıra yaklaşmış bir Anayasa ile yeni yüzyıla girmemelidir.” Diyerek işin vahametine işaret ediyordu. O gün bugündür yeni ve sivil bir anayasa yapamadık.
İkinci Mahmut ile yerel ayanlar arasında imzalanan ve padişahın mutlak otoritesini ilk kez sınırlayan 1808 tarihli Senedi İttifaktan 1982 anayasasına kadar yapılan çalışmalar, toplum kesimlerinin tamamının mutabakatını sağlamaktan uzaktır. Nitekim ikinci Mahmut her ne kadar Osmanlı’da ilk Anayasa metnidir denen bu sözleşmeyi, merkezi yönetimi güçlendirince yok saymıştır.
Bugün Türkiye’nin önünde geniş katılımla anayasa yapma imkânı var. Geniş katılım dememin sebebi “Ortak çoğaldıkça zarar azalır” özlü sözüdür. Aristoteles’e atfedilen bir söz vardır: “Ortak tehlikeler, düşmanları bile birleştirir”
Biz kendi içimizde neden birleşemiyoruz? Fırsatları heba ettikçe paraşütle inen anayasalarla sızlanmaya devam ederiz. Şaka değil tespitlerime göre tam 19 kez değiştirilen 1982 darbe anayasası ile yönetiliyoruz. Sadece Ak Parti döneminde 12 kez düzenleme yapılmış, 177 maddelik anayasanın 30’u aynı maddelerde olmak üzere toplam 134 hükmünde değişikliğe gidilmiştir. 19 kez ameliyat olan birinin yaşaması mucizedir. Bir türlü son nefesini veremeyen 1982 anayasası mucize anayasadır!