1982 Anayasasını hazırlayan darbeci Evren zihniyeti “Siviller anayasa yapamaz” diyordu. Aynı zihniyet 1924 anayasasını kaldırıp yerine 1961 anayasasını koyarken, özgürlük gülücükleriyle milleti oyalayıp el altından vesayetçi bir sistemi inşa ettiler. 1982 yılında da vesayet sistemi esaslı bir şekilde elden geçirilmiş, rektifiye edilmiştir.
Eski AYM Raportörü Osman Can vesayetçi sistem konusunda “Darbeciler anayasa meselesinin mimari bir proje veya bir iskelet olduğunu biliyorlardı. Anayasada “hukuk devleti, özgürlük” gibi etiketler yer alsa da sistem ancak projeye veya iskeletin doğal yapısına göre hareket eder. Bu konuyu şöyle açıklar Sürüngen iskeletine istediğiniz kadar etiketler ekleyin süslemeler yapın, sonuçta o iskelet sürünmeye elverişlidir. İnsan gibi yürüyemez. Bizim anayasalarımızda “hukuk devleti, özgürlükler” gibi başlıklar uygulamada birer süslemeden öteye geçememiştir. Çünkü hukuk devletinde vesayet olmaz. Yargı asker kısaca bürokrasi siyasi alanın tepesinde Demokles’in kılıcı gibi sallanmaz.
Yeri gelmişken Demokles’in kılıcı nedir açıklayalım: Efsaneye göre; Siraküza Kralı Dionysos, kral olmak isteyen, krallığa özenen Demokles'e ders vermek için onu yemeğe davet eder. Onu ince bir iple tavana bağlanmış (Ha düştü ha düşecek) tehlikesi saçan ağır bir kılıcın altındaki koltuğa oturtur (tepesinde sallanan bu kılıçla) Demokles’e iktidar olmanın tehlikelerini ve zorluğunu gösterir.
Bir tabu gibi karşılaştığımız iddia “Anayasayı kurucu meclis yapar” iddiasıdır. Bunun için zamanında milletin sokağa çıkma yasakları ile tutsak edildiği, TBMM ve devlet dairelerinin önünde tankların, askeri araçların olduğu günlere özlem mi var acaba?
Her seferinde batılı normlardan söz edenler “Venedik kriterlerine göre anayasa değiştirebilecek, yasa yapabilme yetkisine sahip her meclis, yeni anayasa yapma gücüne de sahiptir” kriteri sizin bir kulağınızdan girip ötekinden çıktı mı?
1961 ve 1980 Anayasaları darbe anayasalarıdır. Zorba anayasalarıdır. Öylesine bir vesayet sistemi tahkim edildi ki; iktidara kim gelirse gelsin gerçekte “Biz devletiz biz ne dersek o olur” zihniyeti yani Jön Türklerin, İttihat ve Terakkinin genlerini taşıyan CHP fikren iktidardı. Türkan Saylan ’a atfedilen bir söz var. “Köşeler bizde olduğu müddetçe iktidarda kim olursa olsun fark etmez” Köşeleri darbe anayasaları ile ele geçirdikleri için Saylan iddialı konuşmakta haklıydı.
Milli iradenin iktidara taşıdığı siyasiler, Menderes’in akıbeti ile tehdit edilmiştir.
Cumhurbaşkanımız Erdoğan bu konuda şunları söylemiştir: 27 Mayıs'ta başlayan ve Yassıada tiyatrosu ile devam eden, neticede merhum Menderes ve arkadaşlarının idamı ile sonuçlanan süreçte siyasetçilere ve millete şu mesaj verilmiştir: Çizgiyi aşmayın, haddinizi bilin, yoksa sizin de akıbetiniz darağacında sallanmak olur. Şahsımız dahil vesayete karşı direnen tüm aktörlerin siyasi hayatlarının bir devresinde Menderes'in akıbetiyle uyarılması asla tesadüf değildir.
Süleyman Demirel, TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu üyelerine, “Eğer bir ülkede meclisi hapishaneye götürürseniz, seçim manasını yitirmiştir ve bir kere başbakan asarsanız, gelecek başbakanların hepsi çalıştığı odada darağacı görür” 1966’da Giresun’da, kısmi senato seçiminde, vatandaş bir kâğıt gönderdi. Giresun’da büyük bir çınar ağacı vardır, onun altında. Diyor ki: “Menderes’i astık, seni de asarız.”
Siyasi tarihimizde makas değiştirip büyük kırılmalara yol açan 1960 askeri darbesi, yapılan anayasa ile askeri, cuntayı siyasal alana ve sivil idareye müdahale edebilen bir yapıya dönüştürdü. Buradaki bakış açısı şöyledir. Siz bu işi bilmiyorsunuz, bu alan bizim görev alanımız. Siz şu işlerle uğraşın. Bunları yaparken kendilerini destekleyen yasal mevzuatın olduğunu da belirtelim. Müdahale edecekleri noktada açık hüküm yoksa “durumdan vazife çıkarıp müdahale ederler” Bu söz Erbakan hükümetine karşı Sincan’da tankları yürüttükleri dönemde Org. Çevik Bir tarafından söylenmişti. Malum askerin iç hizmet kanunu 35.maddesine göre Cumhuriyeti koruma ve kollama görevi
Vardı. 12 Eylül darbesi de bu maddeye dayanarak yapılmıştır. Kısaca yapılan yasal alt yapı askerin “ben yaptım oldu” diyebileceği bir zırhtı, bir kılıftı.
1982 anayasasında Cumhurbaşkanı icraatın başı olarak sorumsuzdu (Sadece vatana ihanetten yargılanabilirdi) ama öyle yetkileri vardı ki. Söyledikleri gibi hiç sembolik yetkiler değildi. Mesela Ahmet Necdet Sezer uygulamaları ile Türkiye’nin önüne set oluyor, atılımlar engelleniyordu. Yaptığım konuşmalarda “Ak Parti iktidarında Demirel veya Özal CB olsa Türkiye rüzgâr hızıyla sorunlarını çözer” diyordum. Sezer hemen her konuda fren görevi yapıyordu.
Sezer, AK Parti döneminde 50, tüm görev süresince de 65 kanunu veto etti Ayrıca toplamda 729, AK Parti iktidarında 447 atama kararnamesini imzalamamıştır. Apartman kapıcılarından, atanacak bürokrat hakkında istihbarat toplandığı haber konusu olmuştu. Tam 21 Bakanlar Kurulu kararı Sezer tarafından geri çevrildi. Kısaca hükümetin hangi bürokratla çalışıp veya çalışmaması gerektiğini belirlemiş oluyordu. Bu sebeple uzun süre köşke çıkmayan vekaleten atamalar yapılıyordu.
Merhum Hasan Celal Güzel, Radikal'deki köşe yazısında; Kararnameyle atanan bütün bürokratlar için Cumhurbaşkanı Sezer'in benzer bir soruşturma yürüttüğünü yazmış ve "Kapıcılardan, odacılardan istihbarat alınarak mı atama yapılır? Komünist ülkelerde bile görülmeyen bir skandal bu. 'Eşi türbanlı mı, değil mi? Cuma’ya gidiyor mu, gitmiyor mu?' sorusunu Sayın CB atanacak her genel müdür için sorduruyormuş.
Hatta çocukları hangi okula gidiyor sorusu da soruluyor (düşünün çocuğunuz İmam Hatip okuluna gidiyor, siz ise ülkenin ihtiyaç duyduğu bir bürokratsınız Sezer sizin atanmanıza onay verir miydi?)
Bu anayasalarla yargı da yürütme üzerinde vesayetçi bir etkiye sahip oldu. AYM anayasanın kendisine böyle bir yetki vermemesine rağmen yerindelik denetimi yapmaktan veya “yürürlüğün durdurulması” gibi sonradan icat edilen bazı yetkiler aracılığıyla sistem üzerinde vesayet kurmuştur. AYM’nin siyasi partileri kapatma ve siyasetçilere yasak getirebilmesi, vesayetçi anlayışın hukuk alanındaki yansımasıdır. Söz konusu yetki, kim ne derse desin ideolojik temelli olarak kullanılmıştır. Zaten AYM parti kapatma kararlarının gerekçesinde, net bir şekilde kendini, sistemin koruyucularından biri şeklinde konumlandırmıştır.
Yeri gelmişken açıklayalım. Yerindelik denetimi nedir? üst bir birimin altta bulunan bir birimin yapmış olduğu iş ve işlemlerin yerinde olup olmadığına karar vermesidir.
Bizde yargı üst birimmiş gibi yerindelik denetimi yapıyordu. Yerindelik için basit bir örnek verelim: Köy ihtiyar heyetinin almış olduğu bir kararın kaymakamlıkça kontrol edilmesidir. Kamu yararı var mı? yok mu? Bu kontrol sonucu karar verilir. Uygunsuzluk halinde işlemler ile eylemler durdurulur ve değiştirilmesi gerekir.
Demokrasisi gelişmiş ülkelerde yerindelik denetimi idari makamlarca yapılır. Bunun sebebi bir işlem ya da eylemin kamu yararına olup olmadığına sadece idari makamlar karar verebilmektedir. Yargı makamları ise idarenin işlemleri ile eylemlerinin hukuki denetimini (kanunlara uygunluğunu) yapmak ile görevlidir.
Kamu yararı var mı? yok mu? yargının işi değildir. Bizde ise yargı her şeye burnunu sokuyordu. Bütün bunlar darbe anayasalarının siyasi alanı daraltmasının sonucudur.
Bu alan darbe anayasaları ile vesayet makamlarınca işgal edilip doldurulmuştur. Demokratik bir gözle bakarsak; bu alan gasp edilmiştir.
Bu şu demektir. Seni millet seçti, milli irade ile seçildin devleti yöneteceksin.
Gel yönet ama bizde seni yöneteceğiz. Yönetiriz çünkü yasal yetkimiz v