S. Tarkan BOZKURT

Tarih: 07.12.2025 09:35

Yüzde Düzlük, Ruhta Çatlak

Facebook Twitter Linked-in

Eskiden insanlar yüzleriyle barışıktı.

Zaman, bir düşman değil, ağır ağır konuşan bir anlatıcıydı. Nasıl ki bir ağacın yaşı gövdesindeki çizgilerden okunursa, bir insanın hayatı da yüz hatlarında ele verirdi kendini. Ne bir saklama telaşı vardı ne de inkâr…

 

Her kırışıklık, insan suretinden bir papirüse döşenmiş elyazması gibiydi.

Beklenen bir çocuğun sabrı, kaybedilen bir sevdanın acısı, tutulan yaslar, geçirilen uykusuz geceler… Hepsi ince çizgiler hâlinde çehrede yerini alır, bakana “Ben yaşadım” derdi. Tecrübe, ayıp değildi, bilâkis hürmet edilmesi gereken bir alametti.

 

Sonra ne olduysa oldu…

İnsanoğlu uzun yaşama sevdasına kapıldı. Ölümü geciktirmeye çalıştıkça, yaşlanmayı inkâr etmeyi marifet sandı. Gençliğe tapındıkça, yaş almanın gerçeğini yalanlamaya başladı. Madem ki yaş, yüz hatlarından okunuyordu, o hâlde hatları ortadan kaldırmak gerekiyordu.

 

Önce çehreler yoğun pudra taarruzuyla maskelendi. Yetmeyince bıçaklar, iğneler, kimyasal vaatler devreye girdi. Genç kalma hırsı, insanı kendi yüzüne yabancılaştıran bir çarmıha dönüştü. Aynaya bakan, kendini tanıyamaz oldu; ama yine de “genç” sayıldı. Tecrübe ise sessizce “kulak ardı” edildi.

 

Yüzle Kavga Eden Çağ

 

Çehre, sadece bir estetik yüzey değil, yaşanmışlığın dışa sızdığı bir hafıza alanıydı. Gülmenin izi dudak kenarında, sabrın yükü kaş arasında, kederin tortusu göz çevresinde dururdu. İnsan, yüzüne baktığında kendini inkâr etmez, başına gelenleri kabullenir, onlarla yaşardı.

 

Bugünse mesele yalnızca güzellik değil, daha derin, daha sancılı bir inkârın içindeyiz. Modern insan, yaşlanmayı bir biyolojik süreçten ziyade bir itibar kaybı olarak görüyor. Toplum, değeri gençlik üzerinden dağıtıyor; görünür olanı kutsuyor, tecrübeyi görünmez kılıyor. Böyle olunca yüz, ruhun aynası olmaktan çıkıyor, piyasaya sunulan bir vitrine dönüşüyor.

 

Psikolojik olarak bu, insanın kendi geçmişiyle bağını koparması demek.

Her çizgi, hatırlatıcıdır çünkü. Bir kaybı, bir direnci, bir vazgeçişi fısıldar. O yüzden de rahatsız edicidir. Modern insan hatırlamak istemiyor. Acının da, sabrın da, beklemenin de yüzünde yer etmesini istemiyor. Unutmak istiyor ama gerçekten değil, güzel görünerek unutmak istiyor.

 

İşte tam bu noktada tuhaf bir ruh hâli başlar:

Yüz gençleşirken ruh yaşlanır. Çünkü ruh, inkârla beslenmez. Bastırılan her hatıra, silinen her iz, içeride bir boşluk açar. Mimikler dondukça duygular da

donuyor. İnsan, bir süre sonra ne sevincini tam yaşayabiliyor ne de kederini hakkıyla tutabiliyor. Her şey “ayarında”, ama hiçbir şey sahici değil.

 

Sosyolojik olarak baktığımızda ise başka bir kopuşla karşı karşıyayız.

Nesiller arası bağ, yüzler üzerinden kurulurdu eskiden. Bir annenin yüzüne bakarak hayatın sertliğini öğrenirdik; bir ninenin kırışığında sabrı, bir teyzenin bakışında feragati okurduk. Şimdi genç kalmak, anneliğin bile önüne geçti. “Güzel anne” var artık; “bilge anne” arka planda kaldı.

 

Bugün ortaya çıkan tablo şu:

Kızlar erken yaşta “yaşlı” görünmeye çalışıyor; anneler geç yaşta “genç” görünmeye… Roller karışmış, rehberlik ortadan kalkmış durumda. Anne, kızına yaş alma cesaretini veremiyor. Kız annesinden yüzleşmeyi öğrenemiyor. Aynalar çoğalıyor ama hikâyeler azalıyor.

 

Oysa yüz, ruha rağmen şekil almaz.

Ruh ne yaşıyorsa, yüz onu taşır. Buna müdahale ettikçe insan sadece yüzünü değil, kendini de susturur. Ve susturulan her şey, içeride başka bir yerden ses vermeye başlar:

kaygı, tatminsizlik, sürekli onay ihtiyacı…

 

Belki de asıl sorun, yaşlanmak korkusu değil.

Asıl korku, yaşadığını itiraf edebilmek.

Çünkü yaşamak, iz bırakır. İz ise cesaret ister.

 

Hatırlamak gerekiyor:

Yüzde Düzlük, Ruhta Çatlak

Ve hiçbir makyaj, kendi hayatından kaçan bir ruhu güzelleştiremez.

 

S. Tarkan Bozkurt


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —